WARWICK ÜNİVERSİTESİ’NDEN PROFESÖR SIMON CLARKE: ‘YENİ SOLCULAR’ SINIF VURGUSUNU GERİYE ATIYOR
11 Eylül 2009
12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto

Devlet ya da piyasa arasındaki ayrım mesele değildir. çünkü kapitalist toplumlarda devlet sermayeye tabi durumdadır. Açgözlü bankacılar, üçkâğıtçılar, sahtekâr politikacılar artı değerden daha fazla pay alabilmek için siyasi nüfuzlarını kullanırlar...



Warwick Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Profesörlerinden Simon Clarke ile küresel kapitalizmin kriz yaratma eğilimi üzerine konuştuk. 1994 yılında “Marx’ın Kriz Teorisi” isimli bir kitap da yayınlayan Clarke, Marksist kriz teorileri üzerine dünyada görüşleri dikkate alınan sayılı akademisyenlerden biri.
Clarke’a göre, devlet ve piyasa arasında bir ayrım yapmak mümkün değil, çünkü “Kapitalist devletin kendini yeniden üretmesi sermayenin kendini yeniden üretmesine bağlı olduğu kadar kârları sürdürebilecek bir sermaye birikim rejimine de bağlı.” Yani ekonomiye yapılan devlet müdahaleleri kapitalizmden bir kopuşu ortaya koymuyor.
Clarke, Marksistlerin en büyük yanılgısının, kriz dönemlerinde sürece müdahale etmek yerine, “kapitalizmin kendi kendini mekanik olarak yok edeceği” fikrine inanarak pasif kalmaları olduğunu söylüyor. .
Bugün tartışılan noktanın, kapitalizme alternatif olabilecek rejimlerden çok, kapitalizmin krizi en az zararla nasıl atlatabileceği olduğunu belirten Clarke, Amerikan dolarına dayanan sistem çökerse, dünyanın emperyalistler arası bir savaşla karşı karşıya kalabileceği uyarısında bulunuyor

»Küresel kapitalizm 1929 Büyük Buhran’ından beri tarihinin en büyük krizini yaşıyor. Bir Marksist akademisyen olarak baktığınızda bu krizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugünkü krizin temel nedeni finansal sermayenin spekülatif bir şekilde aşırı birikmesidir. Bu yeni bir durum da değildir. 1997 Asya ve 1998 Rusya’da meydana gelen krizlerde aynı nedenle ortaya çıkmıştı. Ancak bu krizi diğerlerinden ayıran özellik Amerika ve İngiltere’de, yani kapitalizmin anavatanında patlak vermiş olmasıdır. Bu ülkelerin geçmişte krizle karşılaşan ülkelere dayattıkları sıkı, daraltıcı ekonomi politikaları düşünüldüğünde bu durum daha da manidar bir hal almaktadır.
Marksist bakış açısıyla yaklaşacak olursak, finansal sermayenin aşırı birikimi açgözlü bankacıların spekülasyon yoluyla aşırı kar arayışları değildir. Finansal sermaye aşırı bir biçimde birikir, çünkü sermayenin, yatırımcıları tatmin edecek oranlarda kar elde edebilmesi için etkin kullanımının önünde engeller vardır. Bir yandan, bu engellerden biri üretken sermayenin başat üretim sektörlerinde fazla birikmesi sonucu yaşanan rekabet dolayısıyla kar oranlarının düşmesidir. Diğer sebep ise ahmak yatırımcılara yüksek getiri vaat ederek özel tasarrufları toplamak için yarışan kurumsal yatırımcıların ve sigorta şirketlerinin dayattığı maksimum kar oranı talebidir. Finansal sözde büyüme dönemlerinde, kurumlar varlık fiyatlarının spekülatif nitelikli artışıyla kağıtlardan yüksek kar oranları elde edebilirken, bir anda spekülatif balon patladığında bütün elde edilen karlar eriyip yok olur. Bankalar ve diğer finans kurumları batma tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar.

»Marksist teorisyenler arasında da krizleri farklı şekilde açıklayanlar var, değil mi?
Evet, bu doğru. Farklı Marksist teorisyenler krizi değişik şekillerde açıklıyorlar, ancak üzerinde uzlaşma sağladıkları tez ise şu: Kârın, faizin ve rantın esas kaynağı işçilerin el konulan emeğinden kazanılan artı-değerdir ve elde edilen artı değer miktarı da gerçekleşecek kar oranına nihai sınırı koyar. Bu sınırların üstündeki karlar tümüyle spekülatif ve yalnızca kağıt üzerindedir, gerçek hayatta karşılığı bulunmamaktadır. Eğer sermaye bu spekülatif kazançları gerçek hale getirmek için artı değer miktarını yeterince artıramazsa, doğal olarak gerçeklik kendini dayatacak ve bu çeşit krizler ortaya çıkacaktır.

»Siz, gelişmekte olan ülkelerdeki özellikle Rusya’daki ekonomik dönüşüm sorunları üzerine çalışıyorsunuz ve bu ülkeler sürekli krizlerle karşı karşıya kalıyorlar. Liberaller her defasında, krizler için devlet bürokrasisini, ahbap-çavuş kapitalizmini ve aşırı devlet müdahalesini suçluyorlar. Ancak, 2007–2008 küresel krizinin Merkez ülkelerde patlak vermesiyle, işin aslının ortaya çıktığını ve sorunun küresel kapitalizmin kendi iç çelişkileri olduğunu söyleyebilir miyiz?
Mesele devlet ya da piyasa arasındaki ayrım değil, çünkü kapitalist toplumlarda devlet sermayeye tabi durumdadır, basitçe bir alternatif sunar gibi gözükse de, devlet sermaye birikim rejiminin boyunduruğu altındadır. Açgözlü bankacılar, üçkâğıtçılar, sahtekâr politikacılar sermaye kesiminin bir aktörüymüşçesine artı değerden pay alabilmek için siyasi nüfuzlarını kullanırlar. Kapitalist devletin kendini yeniden üretmesi sermayenin kendini yeniden üretmesine bağlı olduğu kadar karları sürdürebilecek bir sermaye birikim rejimine de bağlıdır. Tabiî ki, Kapitalist olmayan bir toplumda ekonomik faaliyetler kolektif toplumsal güce bağlı kurumlar tarafından yönetilmek zorundadır, ancak böyle bir yapılanma kapitalist devletten çok farklı olacaktır.

»Washington Uzlaşısı, Post-Washington Uzlaşısı hep merkez ülkelerin çevre ülkelere dayattığı sihirli(!) reçeteler olarak ortaya çıktı. Bu krizin içinde bataklığa batmışken, Merkez ülkeleri kendilerini kurtaracak bir reçeteye sahip mi?
Bu reçeteleri dayatanlar tam anlamıyla gelişmiş merkez ülkeler değil. Çevre ülkelere dayatılan reçeteler, bu ülkelerin küresel sermaye birikim rejimine eklemlenmesini dikte ediyor, bununda baş sorumlusu dünyadaki sermaye hareketleridir. Merkez ülke ekonomileri de en az çevre ülke ekonomileri kadar bu reçetelere maruz kalıyor, ancak bu ülkeler küresel sermaye birikim rejiminin merkezinde bulunuyorlar ve bu yüzden, bu ülkelerin hükümetleri istedikleri yönlere büyük kaynaklar ayırabiliyorlar. Böylelikle, küresel sermayenin yönlendirilmesinde söz sahibi olabiliyorlar. Yinede, tıpkı çevre ülkelerde olduğu gibi Amerika, İngiltere, Japonya ve Avrupa Birliği ülkelerinin hükümetleri de kendi para birimlerinin istikrarını koruma ve ulusal borç ödeme güçlerini sürdürebilme gerekliliği tarafından sınırlandırılıyorlar.
 
»Bugüne bakarsak Marksistlerin bu anlayışında değişiklik oldu, diyebilir miyiz? Kapitalizm karşıtı hareketlerin bugünkü konumu nedir?
Bugün kapitalizm karşıtı protestolar, dünyanın bu şekilde yönetilmeye devam edemeyeceği üzerine uzlaşan ve sistemle sorunu olan çok farklı toplumsal hareketlerden, çok değişik insanları içeriyor, ancak bu insanlar ne ortak bir örgütsel yapı temelinde hareket ediyorlar ne de protesto ve direniş dışında ortak bir programa sahipler. Sendikalar işçi sınıfının örgütlü yapıları olmaya devam ediyorlar, ancak her yerde savunma pozisyonu almış durumdalar, yeni kazanımlar elde etmek yerine mevcut kazanımları korumanın mücadelesi içindeler.Daha da kötüsü sendikalar bile mevcut ulusal, siyasi ve ideolojik fay hatları etrafında bölünmüş durumdalar. Ayrıca Marks’ın iddia ettiği ve inandığı gibi, kendi başarısızlık deneyimlerinden çıkarmaya zorlandıkları dersleri çıkaramamış durumdalar. Marksistler ve sendikalar bütün protesto ve direniş eylemlerinde aktif rol almaktalar. Kendi katılımlarını devrimci propaganda yapmak ve kendilerine katılımı artırmak için bir fırsat olarak görmekteler, ancak bence Marksistler hala hareketlerini ve eylemlerini geleneksel Marksist görüş olan kapitalizm kendi kendini mekanik olarak ortadan kaldıracağı ve işçi sınıfının bu durumda kendi zaferini kaçınılmaz olarak yaratacağı fikrine inanıyorlar. Sanırım bu da bugün Marksistlerin en büyük yanılgısı.

Son olarak, bugünkü küresel kriz sonrası küresel kapitalizmi siyasi ve ekonomik açıdan nasıl bir gelecek bekliyor?
Bence bugün sermayenin temel sorunu küresel ekonomik krizin, küresel kapitalist sisteme temel bir dönüşüm yaşatmadan atlatılıp atlatılamayacağı sorunudur. Eğer atlatılamayacaksa, böyle bir yeniden yapılanmanın savaşa başvurmadan nasıl başarılabileceğidir.
Çoğu akademisyen Çin’in yükselişi ve Amerika’nın düşüşü üzerine yazmaktalar, ancak Çin’in küresel kapitalizmin merkezinden Amerika’yı kaldırıp kendisinin oturması çok zor görünüyor. Sermaye ve devlet yönetimleri bunu çok iyi biliyor. Bu yüzden, küresel ölçekte sermaye birikiminin tekrar başlaması Amerikan ekonomisinin ve küresel kapitalizmin baş aktörleri oluşturan Amerikan finans piyasasının canlanmasına bağlı. Eğer Amerikan doları çöküntüye uğrarda kriz ikinci bir aşamaya geçerse, o zaman ne küresel kapitalizmin merkezinde bir değişim olur ne de tüm dünyada kendiliğinden bir ayaklanma ve isyan ortaya çıkar. Olacak şey şudur; küresel kapitalist sistemin uluslararası çatışmalarının artması ve hatta emperyalistler arası bir savaşla bloklar haline bölünmesidir.
Kısa dönemde, sosyalizmin ya da komünizmin geleceği hakkında iyimser değilim, çünkü bunun için güçlü bir muhalefet gerekiyor. Ne yazık ki, bugün toplumsal hareketler köklü bir kapitalizm eleştirisi temelinde birleşemiyorlar. Sanırım bu durumun oluşmasında, ‘Yeni Sol’ diye ortaya çıkan akımların, kimlik ve kültür sorunlarına aşırı vurgu yaparak sınıf vurgusunu geri plana atmasının da önemli bir katkısı var.  Uzun dönemde ise, Keynes’in de dediği gibi “hepimiz ölüyüz.”

‘Kapitalizm kendiliğinden yok olmayacak!’
»1994’de yayınlanan “Marx’ın Kriz Teorisi” isimli kitabınızda, “ Marksist teori kapitalist krizleri başarılı bir şekilde tahmin ve analiz etti; ancak krizden sonraki mücadeleler için çok fazla yol gösterici olamadı” tespitinde bulunuyorsunuz. Bugün hâlâ aynı şekilde mi düşünüyorsunuz, yoksa Marksist Teori bu anlamda da yeni şeyler söylemeye başladı mı?
Marx ve ilk nesil Marksistler Komünist Manifesto’daki düstura uygun olarak, sermaye birikiminin iç çelişkilerinin, toplumda giderek azınlık haline gelen zengin kapitalistlerle büyüyen yoksul işçi sınıfı arasında bir kutuplaşmaya yol açacağına inanıyorlardı.
Kapitalist sömürü karşısında mücadele ederken işçiler, işçi sınıfı kitlelerini kucaklayarak genişleyecek ve kendi örgütlerini geliştirebileceklerdi. Başarısızlıkla sonuçlanan denemeler sonucu yenilgilerinden ders çıkararak işçi sınıfı tecrübelenecekti. Tecrübelenen işçi sınıfı sonrasında da kapitalizm tam olarak ortadan kaldırılıncaya kadar mücadele edecek ve sonunda yeni bir tür komünist toplumu inşa ederek güvenli ve onurlu bir hayatı yakalayacaktı.
I. Dünya Savaşı patlak verene kadar bu analiz kısmen doğru olarak görünüyordu. Fakat tam tersine, işçi sınıfının kapitalist merkezlerde, toplumun devrimci dönüşümü yerine emperyalistler arası savaşı desteklemek için bir araya gelmesi ve 1920’lerde ve 30’larda işçi sınıfı mücadelelerinin sert bir şekilde bastırılması bu inancı sarstı.
Görüldü ki, işçi sınıfının devrimci bilincinin gelişmesi ve işçi sınıfı örgütlerinin büyümesi hiçbir şekilde kaçınılmaz değil, ancak Marksist teori şu gerçeği görmede yeterince hızlı davranamadı: Sermaye birikim rejimi ve bu rejimin iç çelişkileri sonucu ortaya çıkan ekonomik krizler mekanik olarak kutuplaşmanın yaşanmasına ve kapitalizmin kendi kendini yok etmesine yol açmıyor.


Bu İçerik 2703 Kez Görüntülendi
DİZİ YAZI VE ARAŞTIRMA DOSYALARI
BİRGÜN DİZİ YAZILAR / ARŞİV
 
BirGün Gazete Portal
Portal Haberler
Fotoğraf Galerileri
Video Galerileri
Mesaj Tahtası
Duvar Yazıları